SANSÜR YASASI MI DEZENFORMASYONLA MÜCADELE YASASI MI?

SANSÜR YASASI MI DEZENFORMASYONLA MÜCADELE YASASI MI?

Kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak kabul edilen ancak AKP ve MHP’nin 'dezenformasyonla mücadele yasası' olarak kabul ettirmeye çalıştığı, internet -sosyal medya ile ilgili yeni yaptırımlar öngören kanun teklifi, muhalefetin itirazlarına karşın AKP ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.

Sansür yasası'nın önce 16'dan 28'e kadar olan maddeleri kabul edildi. Yasanın 'dezenformasyon' suçunu düzenleyen en tartışmalı maddesi 29'uncu maddeydi. Bu maddenin görüşülmesine geçildiğinde muhalefet vekilleri sloganlar ve alkışlarla bu oylamayı protesto ettiler ve Başkanvekili oturumu kapatmak zorunda kaldı.

Daha sonra yeniden açılan oturumda AKP ve MHP oyları ile bu kanun meclisten geçmiş oldu. Bunun üzerine CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ise bu yasa teklifini AKP Genel Başkanı olan Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onaylaması durumunda hemen Anayasa Mahkemesi'ne iptal başvurusu yapacaklarını açıkladı.

İktidar partisine göre dezenformasyon yasasının amacı bazı ağ şirketlerinin temsilcilerinin Türk olmamaları ve Türkiye’de ikamet etmedikleri için yaşanan hukuki sorunların karşısında muhatap bulunamadığı için bu yasanın gerekli olduğu düşünülüyor. Yasaya göre ağ şirketlerinin Türkiye’de ofis açmaları ve Türkiye’de temsilci bulundurmaları gerekiyor. Aynı zamanda temsilci gerçek kişiyse Türk vatandaşı ve Türkiye’de ikamet etmesi zorunlu hale getiriliyor. Görünüşte bu soruna çözüm getirildiği gibi gözükse de aslında yasanın altında pek çok değişiklik bulunmakta. Gelen yasanın basın mensuplarının haklarını bu yeni gelen düzenlemeyle güvence altına alındığı savunuluyor.

Dezenformasyon yasasına göre internet haber sitelerinde çalışanlar basın mensubu olacaklar ve 7418 sayılı Basın Kanunu’nun gazetecilere verdiği haklardan yararlanabilecekler. Bununla beraber haber içeriklerinin korunması, haber sitelerine resmi ilan verilebilmesi ve BTK denetlenmesi koşulu gibi pek çok basın mensuplarının haklarını güvenceye alan haklar getirildi.

Gazetecilik örgütleri ise iktidar partisinin seçim öncesinde kendisine yapılan tüm itirazlara rağmen bu yasada ısrarcı olmasını manidar bularak, bu konu hakkında en sıradan eleştiri ya da örneğin bir suç dosyasının haber yapılmasının, üzerinde yorum yapılmasının “dezenformasyon”, “kirli haber” diye suçlanarak cezalandırılmaya çalışılacağı endişesiyle buna “sansür yasası” diyerek karşı çıkıyor. Kanuna isim verilirken bile “dezenformasyon” gibi telaffuzu zor bir jargon kullanılarak sansür ifadesini örtbas etmeye çalıştıklarını yorumluyorlar.

Biz hukukçular ise Sayın Bakan Nurettin Nebati'nin tabirine hukuk kelimesini ekleyerek, durumu kısaca şöyle özetleyerek“neoklasik “hukuk” düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden bir heterodoks yaklaşım”la olan biteni anlamaya çalışıyoruz.

Evet ağlanacak halimize biraz güldükten sonra konuya bir de hukuki yönden bakalım. Çünkü bu durum uluslararası arenada ülkeleri küçük düşüren ve hukuk-özgürlük emniyeti olmadığı için ülkelerden yatırım bile kaçıran bir durumdur. Yatırımcının kendini emin, güvende hissetmemesi halinde para oradan kaçar.

Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi isimli yazısında Karl Marx bile “Eleştiri, zincirin üstünü örten imgesel çiçekleri, insan düşsüz umutsuz zincirler taşısın diye değil, zincirleri atsın ve canlı çiçekler toplasın diye kopardı.” demektedir. Bu şiirsel ifadeden günümüzün dezenformasyon yasasına gelecek olursak, 29. Maddede “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması" ön görülmüştür. Yayan kimse diyerek ilk yayan ve devamını da kapsayan bir ifade kullanılması da olası bir toplumsal manipulasyon sonrasında olası yanlış bilginin kötü niyetli olmayan kişilerce beğenilmesi, paylaşılması gibi bir kapsamı ortaya koyması nedeniyle tehlikeli bir hal alıyor. Bir düşünceyi, bir eleştiriyi beğenmek, beğendiğini başka insanlara bildirmenin suç teşkil etmesi olası oluyor.

Alenen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak değerlendirilen bu yasa her şeyden önce normların en üstü olan Anayasaya aykırıdır.

Zira Anayasa'nın 26. Maddesi şöyledir.
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü,radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir."

Üstelik şayet bu yasa maddesi iptal olmazsa hukukçulara “İfade Özgürlüğü Davaları” adı altında yeni bir hukuki dava türü hediye etmiş olacaktır.

Azerbaycan’a karşı Ilgar Mammadov Davası’nda (Ilgar Mammadov / Azerbaycan, Başvuru No. 15172/13, 22/05/2014.) ise siyasi arenada aktif olan başvurucu, internet bloğu üzerinde siyasi nitelikte yazı ve yorumlar paylaşmaktadır. Başvuru, başvurucunun, kamuyu ilgilendiren bir olaya ilişkin hükûmet tezine dair eleştiri içeren bir blog yazısı yazması üzerine tutuklanmasına ilişkindir. Mahkeme, ulusal makamların, başvurucunun özgürlüğünün kısıtlanmasında iyi niyetle hareket ettiklerini ispat edememelerinin tek başına yeterli olmadığından hareketle, meşru amaç dışındaki sebeplerin varlığının delillerle ortaya konulup konulmadığını incelemiştir. Somut olayın şartları bir bütün olarak ele alındığında, özellikle dava konusu blog yazısının yayımlanmasının ertesi günü İçİşleri Bakanlığı ve Savcılık tarafından başvurucu hakkında ortak basın açıklaması yapılması, başvurucunun üç kez sorguya çağrılarak tutuklanması ve dosyada başvurucuya yüklenen suçu işlediğini destekleyen objektif nitelikte bir delil bulunmaması beraber değerlendirilmiş, uygulanan tedbirlerin gerçek amacı hakkında bu şekilde bir kanaate varılmıştır. Mahkeme, müdahalenin gerçek amacının, başvurucuyu davalı hükûmeti eleştirmesi ve dava konusu blog yazısına konu olaya ilişkin gerçek bilgilerin saklandığına inandığına yönelik bilgi paylaşması sebebiyle susturmak ve cezalandırmak olduğu kanaatine varmıştır.Dolayısıyla Mahkemenin, başvurucunun özgürlüğünün kısıtlanmasının, kendisini suç işlediğine ilişkin makul sebeplerle hâkim önüne çıkarmaktan başka sebeplerle gerçekleştirildiğine ikna olduğu görülmektedir.

Diğer taraftan, “öngörülen meşru amacının dışında güdülen gizli niyetin” dosya içeriğinden ikna edici biçimde ortaya çıktığı durumlarda, Mahkemenin resen bu madde ile bağlantılı bir ihlal kararı verebilmesinin de düşünülebileceği savunulabilir zira bu maddenin altında inceleme yapılabilmesi için aranan tek şart, antidemokratik bir müdahale yoluyla Sözleşme’nin sağladığı haklara ilişkin korumanın dolanıldığının açıkça tespit edilmesidir.

“Derece mahkemelerince ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulurken basının düşüncenin iletilmesi ve yayılmasındaki rolü, bireyin ve toplumun bilgilenmesine sağladığı katkı ve bu anlamda çoğulcu demokratik düzenin vazgeçilmez unsurlarından olduğu gözetilerek ifade edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin içeriğinde şiddet çağrısı veya nefret söylemi olmadığı sürece kişilerin cezai soruşturmalara maruz kalmamalarına dikkat edilmeli, özellikle hapis cezası vermekten kaçınılarak haksız müdahalelere karşı bireyin korunmasında diğer tedbirlere öncelik verilmelidir.” Emin Aydın Başvurusu, Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 23.01.2014 tarih ve 2013/2602 başvuru no.lu kararı. T.C. Anayasa Mahkemesinin İfade Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararların Özeti. Hazırlayanlar: Murat Şen, Dr. Recep Kaplan. s. 27-30. denilmektedir.

İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunduğundan bahseden aynı kararda;. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır, demektedir. (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).

Ancak bu gün içinde olduğumuz durum hukuksal bir garabet halindedir. İktidar ortaklarından birisi, mevcut iktidarda olma hakkını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları sonucunda elde etmiş olsa bile şimdi bazı kamu kurumları veya görevlileri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını ve kendi Anayasa Mahkemesi kararlarını bile yok saymaktadır. Dolayısı ile mahkeme kararlarının bile kişiye göre uygulandığı, seçim mevsimine girilmiş bir dönemde bu kararın alınması da manidardır.

Örneğin basın kartı sahibinin, basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunması halinde Basın Kartı Komisyonu kararıyla basın kartı iptal edilebilecek. Bu ilk okuyuşta güzel gelse de basın ahlak esasları geniş bir kavramdır. Bir konuya özgülenmiş ahlak kriterleri ise çok görecelidir.

Bütün bunlara eşdeğer ve ek olarak son dönemlerde KHK ismi ile gündemde bilinen Kanun Hükmünde Kararname konusu da tıpkı bu izah olunan durumlar gibi suistimal edilmektedir. Kanun meclisce yapılırken Kanun olmayan ama kanun hükmünde olan tek kişi tarafından imzalanıp dayatılan ve esasen olağanüstü durumlar için kurgulanmış olan bir müessese son derece olağan konularda bile suistimal edilerek muhalefetin katkısından uzak bir şekilde kanunlaştırılmaktadır.

Nitekim Anayasa'nın 91'inci maddesinde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme hususu düzenlenmiştir. Bu madde şöyledir: « Türkiye Büyük Millet Meclisi, bakanlar kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.»

Türkiye Cumhuriyeti'nde, olağan kanun hükmünde kararnameler, bakanlar kurulu tarafından çıkarılmakta; bu yetki bakanlar kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yetki kanunu ile verilmekteydi. Temel haklar, kişi hak ve ödevleri ile siyasi hak ve ödevler hakkında düzenleme yapılamazdı. Olağanüstü kanun hükmünde kararnameler ise cumhurbaşkanı başkanlığındaki bakanlar kurulu tarafından çıkarılmakta ve bunun için TBMM'nin yetki kanunu vermesine gerek yoktu. Uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri yerine getirmek şartıyla, her alanda düzenleme yapılabilirdi. Kanun hükmünde kararnameler hem meclis tarafından siyasi denetime hem de anayasa mahkemesi tarafından yargısal denetime tâbilerdi. 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumundan "evet" kararının çıkmasının ardından yapılan 2018 Türkiye genel seçimlerinde halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanı görevine başladıktan sonra Anayasanın 91'inci maddesi yürürlükten kaldırıldı. Ancak KHK ile karar vermek ve mecliste kanun çıkarırken muhalefetin itiraz şerhlerine yapıcı olsun olmasın kulak tıkamak alışkanlığı günlük rutin haline gelmiş ve bu nedenle içeriği itibariyle açıkça bir sansür yasası olarak halkta kabul gören bu yasa, gazeteci ve hukukçuları endişelendirmiştir.

Örneğin, Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yer alan, çocukların cinsel istismarı, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarına konu internet içeriklerini oluşturan veya yayan faillere ulaşmak için gerekli olan bilgileri, soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında yargılamanın yürütüldüğü mahkemece talep edilmesi üzerine, ilgili sosyal ağ sağlayıcının Türkiye'deki temsilcisi, adli mercilere verecek. Bu bilgiler, talep eden cumhuriyet başsavcılığı veya mahkemeye verilmezse ilgili cumhuriyet savcısınca, yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğinin yüzde 90 oranında daraltılması talebiyle Ankara Sulh Ceza Hakimliğine başvurulabilecek. Yine ilk okuyuşta güzel bir hüküm gibi görünse de halkın son dönemde öğrendiği bir çok yolsuzluk haberinin kaynakları kesilebilecektir. Böylece halk sorgulama yapamayacaktır. Burada anayasal düzen veya kamu düzeni ifadeleri kullansa da bu ifadelerin son dönemlerde suistimal edilmesi nedeniyle "iktidarın düzeni" ile nayasal düzen aynı şey midir? Bunu değerlendirecek özgür bağımsız hakimler var mıdır hususunda bir çok kişi emin olamamaktadır. Bu durumdan emin olunacak güzel günler elbette gelecektir diyelim. Enseyi karartmayalım. Adalet bir gün illaki galip gelecektir.

Paylaş Facebook Twitter E-Mail Whatsapp